Uğur Deveci, Buzdan Top adlı romanının ardından, okuru bu kez de Ateş Ten Gölge adlı öykü kitabında on altı ayrı öykünün evrenine çağırıyor.
Gücünü nahifliğinden alan, her birinin kendi içinde bir derdi olan öykülerinde Deveci, eril ve hoyrat bir dilden alabildiğine uzak üslubuyla bizi apayrı insanların, farklı zamanlara ve mekânlara uzanan hikâyeleri arasında dolaştırıyor. Yeri geldiğinde, bir özlemi dindirebilmek için kâğıtlara ormanları yazıyor, bazen de eski trenleri yâd edip, “bitmeyen son”a kalmadığımız için şükrediyoruz. İsmiyle müsemma olmayan bir ağacın “manzarayı kapadığı” gerekçesiyle kesilmesinin yasını tutuyor, unutanların utancına ortak olmayı reddediyoruz. İçimizden dışarı çıkmayı isteyen ama bundan korkan yaşamı fark edip ona kucak açıyor, “Bir balığı kediden, köpekten ayıran neydi?” sorusuna kafa yoruyoruz. Denizi kaplayan dertle dertlenip, limonu ağacından düşüren mahzun kelebekle hüzünleniyoruz.
“Bir an da olsa güldü, ben de güldüm, güldük, gülebildik… hiç utanmadan!”