İşin özünde motivasyonum basit: Herkesi yenmek istiyorum. Mesele yalnızca kazanmak değil; esas mesele kaybetmemek!
Ekranlardan hayranlıkla izlediğimiz yıldızlar hakkında genel olarak ne düşünürüz ve bizim onlar hakkında taşıdığımız önyargılarımıza karşın işin aslı nedir? Genelde onların şanslı olduklarını, zengin bir ailede doğdukları için tüm kapıların onlar için açıldığını ve bulundukları yere pek de çaba sarf etmeden ulaştıkları yargısına sahibizdir. Peki ya gerçek nedir? Sharapova’nın hayat hikâyesini okuduğumuzda zafere çiçekli yollardan değil, engebeli, taşlı yollardan yürüyerek ulaşan bir insanı görürüz karşımızda.
Onun hikâyesi esas olarak, altı yaşındaki kızının günün birinde dünyanın en iyisi olacağına yürekten inanan yoksul bir adamın, bu hayal uğruna Rusya’dan ayrılıp kızıyla birlikte cebindeki az bir parayla dilini bilmedikleri bir ülkeye, Amerika’ya gitmesiyle başlıyor.
Azim ve kararlılıkla yürünen yolun sonunda Maria Sharapova, daha on yedi yaşındayken Wimbledon’ı kazanır. On sekizinde dünya sıralamasında bir numaraya yerleşir. Beş kez Grand Slam’de zafere ulaşır. Bu başarılarının yanında yenilgiler ve suçlamalarla da karşı karşıya kalan Sharapova boyun eğmeyen karakteri sayesinde her şeye rağmen yoluna devam eder.
Durdurulamaz Sharapova’nın her ne olursa olsun kazanma arzusunu gözler önüne seren muhteşem bir otobiyografi.
Tenis bir oyun değildir. Bir spor ve bir bulmaca, bir dayanıklılık testidir. Kazanabilmek için elinizden ne gelirse yaparsınız. Tenis benim düşmanım ve dostum, kâbusum ve tesellim, yaram ve merhemim.