Bizler “kültürler (medeniyetler) çatışması” diye adlandırılan bir asırda yaşıyoruz. Çağ, fikir savaşlarının ve “ötekini” kontrol altında tutma mücadelelerinin yaşandığı bir çağdır. Toynbee’nin, yirmiden fazla medeniyetin ölümünden sonra günümüzde hayatta kalabilen altı medeniyetle ilgili tezini hatırlayalım. İslam medeniyeti de dahil, son nefeslerini vermekte olan bu altı medeniyet, galip durumdaki Batı medeniyetinin yörüngesinde dönmektedir ve her an bu medeniyetin yörüngesinde parçalanıp dağılabilecek durumdadır.
Bu hazin sona karşı koyabilmek ve Batı medeniyetinin cazibesine karşı durabilmek için yapmamız gereken, kendimize, kendi medeniyetsel hususiyetlerimizle örülmüş bir kale inşa etmek, kendi medeniyetimizin aktif unsurlarına, yaşama kudretine her zaman sahip olan dinamiklerine ve geleceği kurmak için katkı vaat eden öngörülerine sımsıkı sarılmaktır. Şayet bu medeniyeti öğretirken parçacı değil de bütüncül bir yönteme sahip olamazsak, öğrencilerin yüreklerine ve kalplerine kendi medeniyetlerinin mümeyyiz vasıflarıyla gurur duymayı aşılayamazsak, onları İslam medeniyetinin sadece yeniden canlanmaya değil; aynı zamanda bir kez daha gelişip inkişaf etme, materyalist Batı medeniyetine ilaveten muharref dinler ve eklektisizm çabalarının çıkmaz yola soktuğu çağdaş insanlık için kurtuluş reçetesi sunma kudretine sahip bulunduğuna ikna edemezsek, bu dediklerimin hiçbiri gerçekleşmez.
İnsanlık tarihin tanık olduğu medeniyetler arasında yirminci veya yirmi birinci yüzyılda yeniden canlanıp ikinci, üçüncü ve dördüncü kez tekrar ayağa kalkmaya kadir tek medeniyetin İslam medeniyeti olduğu söylemi, öylesine söylenmiş boş bir söz değildir. Çünkü İslam medeniyeti her an ortaya çıkması için gerekli olan şartlara Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde sahiptir ve her zaman vakti geldiğinde hayata gözlerini açmak üzere gelişip büyüyeceği rahmi bulabilir. Hayata yeniden dönerken de kendi ayakları üzerine durabilmesi için gelişip inkişaf etmesine olanak sağlayan kendi iç dinamikleriyle birlikte döner.