Göç, tarih boyunca Türk halkının hayatında var olan bir sürecin iki taraflı öyküsüdür. Bazen yeni umutların filizlendiği yolculuğun ilk evresiyle bazen de huzursuzluk ortamından sıyrılışın ilk günleriyle başlar. Tarih anlatılarında ailelerin çoğunda bu kavram, çoğunlukla önceki yurdun özlemleri ve hicranlarıyla beraber yaşar. Ana yurdun zorunlu olarak terk edilmesi, adımların ileriye isteksiz şekilde atılmasıyla da olsa yetişecek nesiller için artık memleket başka bir yerdir. Ayrılık; toprağı, tarlayı, ağacı daha değerli kılar. Göç katarının ardında bırakılan bir köpek yavrusu bile kendini burukluğa bırakır. Göç yolculuğuna çıkanlar, dönüp arkaya bakarken kapanmış bir kapının sanki canlandığı ve üzüldüğü hissiyle duygulanıp gururlu yürüyüşle yol alırlar.
İşte mübadil aileler, zorunlu göçle tarifi anlatılmaz şekilde duygu yoğunluğu, fikir karmaşıklığı içerisinde baba ocağını terk ederek Türkiye'ye göç ettiler. Anadolu'da yaşayan Rumlar ise savaşın ardından mülteci olarak Yunanistan'a gittiler. İki taraflı bu zorunlu göç; iki ayrı komşu devlette gerçekleşirken; bundan insanlar farklı şekillerde etkilendi. Bu ailelerden birisi de; Samsun'a bağlı Kavak nahiyesinin Karadağ ve Üçhanlar köyüne; Drama Sancağı Sarışaban kazasından zorunlu göçle gelen Mencenos köyündeki Türk halkıdır.