Geçmişi, üzerine gölge gibi düşen bir adamın tek çaresi, daimi bir güneştir…
“Belki de hiç… Belki de hiçbir zaman tehlikeye ne kadar yaklaştığını anlayamayacaktı. Güzel, küçük kıvılcım bilmiyordu ki bu dünyada ateşten de sıcak şeyler vardı…”
Abertillery Dükü’ne ait papaz evinde ailesiyle birlikte yaşayan Jane Hammond’ın hayatı, kendi küçük dünyası ve gizli hayalleri üzerineydi. Mutlu olduğu, kendini huzurlu hissettiği, ona göre dünyanın en güzel topraklarında yaşamanın belki de tek bedeli, efendileri olan soylunun dikkatini çekmeden, hatta var olduklarını unutturarak devam etmenin bir yolunu bulmaktı. Zira bugüne kadarki hiçbir Abertillery Dükü’nün ahlâk ya da merhametiyle övündüğü söylenemezdi.
Jane endişelerine rağmen, yeni dükün huzurlu dünyalarına ayak basmasının hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine inanmaya hazırdı. Ne var ki, soyundan gelen uğursuzluğu gölge gibi üzerinde taşıyan ve geçmişte yaptığı korkunç şey yüzünden yargılanan dükün diğerleri kadar umursamaz olabileceğini düşünmek başlı başına bir hataydı.
Gizemli ve baştan çıkarıcı son Abertillery Dükü Alexander Darius Cunningham’ın Hammond ailesini kabul etmeye mecbur bıraktığı görev onları hiç de arzulamadıkları şekilde bir araya getirirken; tesadüfler ve güçlü güz fırtınaları, tutkulu serüvenlerinin fitilini ateşleyecekti.