Yüksek rütbeli yargıç İvan İlyiç için hayatındaki her şey olması gerektiği gibidir. Serveti yerindedir, toplum tarafından saygı duyulur ve en önemlisi çevresindeki olayları kontrol edebilme yeteneği hâlâ daha kendisindedir. Fakat bir gün İvan İlyiç, hayat yolculuğunda baş edemeyeceği bir arkadaşla tanışır: Ölüm. Bu andan itibaren kurulu olan bu düzen birdenbire altüst olur.
Amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenen İvan İlyiç için hayat artık kontrol edemeyeceği, servetinin değersiz olduğu, şöhretinin geçersiz sayıldığı ve gün geçtikçe daha karamsar sabahlara uyandığı bir hâle bürünür.
Tolstoy’un din değişikliğinden kısa bir süre sonra yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü geç dönem kurguları arasında başyapıt olarak görülmektedir. Tolstoy, bu eserinde insanın ölümle yüzleşmesini, ölüme yolculuk yaparken hissedilen çaresizliği ve geride kalan “canlı cesetlerin” bencilliğini vurgulayarak okura aktarmaktadır.