Beyaz Veba’yı geçtiğimiz yıl, bu zamanlarda okuduğumuzu varsayalım. Şöyle derdik: “Čapek, antikahramanlar doğurmaya başlayan 20. yüzyıl dünya edebiyatının yanı başına masum mu, saf mı, zeki mi, çözemediğimiz bir trajik kahraman bırakır. Dünya barışını sağlama misyonunu üstlenmiş, Antik Yunan’ın dahi hekimiyle adaş bir doktoru, Dr. Galen’i... Tüm dünyaya yayılmış ölümcül hastalığın tedavisini bulan Galen, tedaviyi tek şartla açıklayacağını duyurur. Dünya devletleri evrensel ve sonsuz barışı kabul ettiğinde... Böylece beyaz hastalık barışın alegorisine dönüşür. Faşizmin anlamsızlığını, ekonomik temellerini apaçık göstermek isteyen Čapek, savaşın yol açtığı yıkımın yanına, ırk, din, millet ve sınıf ayrımı gözetmeyen salgın hastalığı yerleştirerek, insanlığı nasıl yaşamak istediği yönünde bir seçimle karşı karşıya bırakır.” Ama biz başyapıt niteliğindeki bu tiyatral romanı okumayı az evvel bitirdik. Eserin, yukarıda uzun uzun anlattığımız konusunu artık tek sözcükle özetleyebiliriz: Kehanet!Covid-19’un hayatımıza girdiği günden bu yana aklı başında herkes aşağı yukarı şöyle düşündü: “Hastalığın tedavisi bulunur ama faşizmin aşısı yok.” Dünyayı saran pandemi tanrısal bir güçle dünyayı şaşkına çevirdi. Önceleri #evdekal’ırken ekranlardan, insansız sokaklarda dolaşan hayvanları, nefes almayı hatırlayan gökyüzünü, kendini yıkayan denizleri seyrettik. Doğayla, birbirimizle, kendimizle barışmamız gerektiğini dillendirdik, dayanışma çağrıları yaptık. Bekledik. Ölmüş insanlığın dirilmesini, arsızca her yerde biten bencil otunun çürümesini. Derken, işsizlik, yoksulluk, şiddet, savaş çağrıları, fırsatçılık, ölümler arttı, aklımızı tutmaya ya da yitirmeye başladık. Doktorları, doktorluğu, sağlığı, hastalıkla siyasetin birbirinden ayrılamayacağını hatırladık.
Karel Čapek’in Beyaz Veba’sı pandemi sürecinde yaşadığımız tüm halleri içeriyor, bize bizi seyrettiriyor... Faşizmle salgın arasında bağ kuramayanlara şiddetle tavsiye edilir...