Bu gizemli öykünün onun yüzünden başladığını söyleyebilirim. Bir yaz günü ablam onu sokakta bulmuş ve eve getirmişti. Günlerce aradıktan sonra, kırk yıl düşünseniz bile akla hayale gelmeyecek işte bu ismi verdi ona: Bhitinya. Bu tuhaf ismi söylemekte hepimiz zorlanıyorduk. Anneannem Bahtinya, henüz dört yaşına girmiş kurabiye ikizler “Bihij bihij”, annem “Bitinya”, ben de “Bitirdin bizi ya” diyordum. Ya da kısaca “Bitik”. Babamsa işin içine isim misim karıştırmadan “kuçu
kuçu” deyip geçiyordu.
Hepimiz bayılıyorduk ona. İçten içe adının ne anlama geldiğini merak ediyorduk elbette. Ablam bu konuda en küçük bir ipucu vermiyordu. Üstelik, – Haydi, bulun bakalım bu ismin anlamını da göreyim, diyerek hava atıyordu. Doğrusu yazın bu baygın günlerinde, kimsenin ansiklopedi karıştıracak hali yoktu. Şeker mi şeker köpeciği sevip geçiyord uk. Zaten her gören “Ay ne
tatlı şey!” diyor ve başını okşuyordu. Ablam da kurum kurum kurumlanıyordu. Ne yazık ki Bitik, bir gün açık kalan bahçe kapısından dışarı çıktı ve bir daha dönmedi. Bir gün, iki gün, bir hafta, on gün derken günler üst üste eklenerek
su gibi geçti. Ona ne olduğunu bilmiyorduk. Tam bir sırdı bu! Belki de değildi. Yavru bir köpeğin evine dönmemesinin kaç farklı sebebi olabilir ki?
İnsan sevdiği birini kaybedince, keder en yakın arkadaşı oluyor. O bilmiş hallerine sinir olsam bile, ablamın üzgün hali, kalbimi cızır cızır kavurdu. İşte o günlerde onu teselli edecek bir şey yapmak istedim.
Yaptım da.