Biz aynı dilden konuşuyoruz. Hem de susarak...
Her şeyin değişebileceğini öğretiyordu bana yaşadıklarım. Babamla, yokluğundan duyduğum acı yüzünden aramıza çektiğim buzdan duvarları eritiyorduk yavaş yavaş. Meriç ile ilişkimizse başka bir seyirdeydi; artık onun sırrını biliyordum. Herkes karşımızda dururken, ben o kahverengiliklerde gördüğüm masum çocuğa inandığım için herkesi karşıma almaya hazırdım.
Ama belki de yanılıyordum. Belki daha da karanlıklara itiyordum onu. Benim beyazlığımı dengelemek için daha çok bulaşıyor olabilir miydi karanlığına? Bir şeyler yapmalıydım. Meriç’in iyiliği için, bizim için... Ben kendimce planlar yaparken, Meriç’in çıkmasını umduğum o karanlığın içinden sürpriz birinin hayatıma girmesine hiç hazırlıklı değildim.
Aklım karmakarışık olsa da kalbim hep aynı şeyi haykırıyordu. Minik beyaz noktanın, tüm o siyahlığa iyi geleceğine hâlâ inanıyordum. Bir anda içine düşüverdiğim o siyah tuvali aydınlatacağımı...
Seni asla bırakmayacağım, Meriç. En saf hâlinle bana geliyorsun.
Sen de kurtulmayı istiyorsun. Biliyorum. Senden asla vazgeçmeyeceğim.