Şu aşk denen şey, gerçekten bunca zahmete değer mi? Adele Wilson için bu sorunun cevabı gayet açıktı: Elbette hayır! Kız kardeşlerinin, hayallerini süsleyen kocaları bulmak için sürüsüyle skandal ve gönül yarasına katlandıklarına şahit olmuştu. Londra civarındaki onca balo da cabası. Kendisine talip olan ilk İngiliz lordunu kabul etmesinin nedeni buydu işte. Ayrıca, onunla neden evlenmeyecekti ki? Müstakbel eşi nazik biriydi, dürüsttü ve kesinlikle gereğinden fazla duygusal değildi. Ondan daha delişmen, daha uzun boylu, daha gizemli olan kuzeninin, yani Alcester Baronu Damien Renshaw'un tam aksiydi.
Damien, kuzeninin nişanlısını baştan çıkarmaya çalışacak türden bir adam olsaydı, Adele'in onu görmezden gelmesi çok daha kolay olurdu. Ancak Damien apaçık bir şekilde Adele'e karşı koymaya çalışıyor ve aniden gelişen bu usturuplu davranışları, son derece edepli bir mizacı olan genç kızı daha da kışkırtıyordu. Aslına bakılırsa Damien, Adele'in atak, neşeli ve ateşli bir yanını ortaya çıkarıyor gibiydi. Görünüşe göre kader, Adele'e tam da o aşk denen şeyin ne demek olduğunu öğretmek üzere ağlarını örmeye başlamıştı…
Damien, "Hiç yanlış olduğunu bildiğin bir şey yaptın mı?" diye sordu.
Adele bu soruyu dikkatlice düşündü. "Pek sayılmaz. Hatalarım olmuştur, elbette. Herkesin olur."
"Hiç yanlış bir şey yapmak istedin mi?"
Adele'in aklına, hatıralarındaki kırmızı baton şekerin görüntüsü üşüştü. Dokuz ya da on yaşlarındayken, Wisconsin'deki dükkânlardan birinde bu şekerlerden görmüştü, fakat o zamanlar hiç parası yoktu.
"Çocukken bir şey çalmak istemiştim," dedi. "Bir baton şeker."
"Ama çalmadın."
Adele başını iki yana salladı. "Hayır, çalmadım."