Çeşitli itirazlara, eleştirilere ve hatta yok sayma anlamına gelen uygulamalara rağmen BM'nin günümüz uluslararası ilişkiler/hukuk sisteminin temel yapısı olmaya devam ettiği söylenebilir. Kuşkusuz bunda neredeyse tüm devletlerin üyesi olması ve eğitimden sağlığa, iklimden turizme varana kadar hemen hemen her konuda çalışmalar yapan bileşenlere sahip olması önemli bir etken. Üstelik, klişe ifadeyle "şu meşhur küreselleşme dönemi", klasik egemenlik anlayışını dönüştürdüğü gibi uluslararası hukuku da adeta bir "iç hukuk" haline getiriyor ve bu sürecin belki de en önemli araçlarından biri de Uzmanlık Örgütleri'yle birlikte bir bütün oluşturan
"BM sistemi". Öte yandan, BM'nin en çok dikkat çeken özelliğinin ana organı olan Güvenlik Konseyi'ne "dünya barışını koruma ve kollama" görev ve yetkisinin verilmesi olduğu da açık. Üstelik bu yetkinin ancak Güvenlik Konseyi'nin bazı üyelerine "daha eşit" statüsü verilmesiyle yerine getirilebileceğinin öngörülmesi, ziyadesiyle tartışmalı olsa da, somut bir veri.
Buysa bize "uluslararası barış ve güvenliği koruma" kavramının aslında "savaş olmaması"nı değil "kurulmuş statükonun korunması/bozulmaması" durumunu ifade ettiğini gösteriyor. Zaten örgüte dönem dönem kimi devletler tarafından yapılan en önemli itiraz da bu. Ne var ki, itirazcı devletlerin temel derdinin mevcut sistemin adaletsizliğini gidermekten ziyade kendilerinin de "(yeni) statüko kuran" aktörler olarak tanınması olduğu görülmekte. BM'yi herkesin her an işine gelebilecek "evladiyelik bir örgüt" olarak meşru kılan da büyük ölçüde bu durum olsa gerek. Zira "dünya barışı" gibi meşru bir hedefin ancak başta BM olmak üzere uluslararası örgütler üzerinden sağlanabileceği görüşü bir yana, devletlerin BM'yi içinde uygun konum elde ederek diğerlerine karşı kullanılacak çok işlevsel bir ara yüz olarak gördüğü anlaşılıyor.