Hayatı, İslam ve sosyalizm kelimeleriyle özetlenebilen Mahmut Taha, hem bir entelektüel hem de barışsever bir dava adamı olarak idamından yaklaşık yirmi beş yıl sonra bir yalnızlığa terk edilmiş gibidir. İslam’ın sadece resmileşmiş ana akımını muhatap alıp, bunun dışındaki yaklaşımları yok sayan gayri entelektüel yaklaşım, ne kadar derin olursa olsun bu tür farklılıkları görmezden gelir ve bu yolla kendi hakikatinin bir yüzünden de kaçmış olur, bilmeden. Mahmut Taha’nın öne sürdüğü tezler, içinden geldiği dünya açısından sarsıcıdır; ancak onu güçlü kılan şey politik ve toplumsal önermelerinin yanı sıra, bunları geliştirirken ortaya koyduğu yöntemdir. Gerçek bir ütopyacıdır o ama geçmişi hor gören bir fütürist değildir; bu yüzden, en yeni sözün bile aslında eskiden söylenmiş olduğunun farkındadır. Muradı, o kadim sözlerin üzerindeki tozları silkelemek ve ütopyayı, geçmişin “altın çağı” içinden çekip bugünün ışığına çıkarmaktır. Hakikatin meşalesini taşıyan her fikir süvarisinin yolu ister istemez yoksulların ve ezilenlerin arasından geçer. Herkesin eşit yaşadığı ve “birliğe” erdiği bir şafağın izlerini arar. Bunun için bir düzen tarif ederken, İslam’ın özündeki eşitliğin karşılığı olarak sosyalizme gelinmesi bir tesadüf veya keyfi bir tercih değildir.