Babamın eğitimi yoktu. Doğru düzgün bir okul bitirmemişti. İlim sahibi değildi. Sovyetler döneminin ilk yıllarında köyümüze açılan okuma yazma kurslarında alfabeyi öğrenmişti, o kadar. Rençperdi, çiftçiydi. Baltasına, satırına, orağına, çekicine, tırpanına, kazma küreğine yaslanan bir rençper... Bilgeliğini ve nasihatlerini, hiçbir zaman mecrasından çıkamayan coşkun nehirlerden, billur çeşmelerden, vefalı bereketli dağlardan, meyvesi tükenmeyen bağlardan, kartal yuvalı sarp kayalardan, bir tohum atınca karşılığını fazlasıyla veren bereketli topraklardan almıştı. Namsusuyla ve alın teriyle yükselmişti yüceden yüce insanlık, olgunluk, helallik ve erkeklik zirvesine benim rençper babam... Artık o yok! Zaman geçtikçe Yıldırımlar yok oluyor. Onlarsız kalan dünyamızın süsü, letafeti de yok oluyor. Mukaddes ruhu karşısında diz çöktüğüm, cefakar babam Yıldırım’a hasrettiğim bu kitabı, özüm için yazdım. Bir de hayatın görünmeyen taraflarından haberdar olanlar için. Ve bütün insanlar için.