“Yüzme bilmem. Yükseklik korkum var. Loş ışıktan hoşlanırım. Küçükken iyi bilyalı yapardım. Bazıları bunu ‘tornet’ olarak bilir. Oğlumun ensesini öpmeyi severim. Hâlâ okumadığım Dostoyevskiler var. Otuz beş yaşımdan sonra mezarımı düşünmeye başladım. Kırkından sonra kendime mezar bakmaya başlayacağım. Portakalı, sobanın üstünde kızarmış ekmekle birlikte yemek hoşuma gider. Hiç evden kaçmadım. Genelde kovuldum.
Alışılmadık, tuhaf, farklı olanın üzerimizdeki etkisi, ilk anda endişe vericidir çoğu zaman. İçine girdikten sonraysa alışılmadığın içindeki tanışıklığa, tuhafın sakladığı sahiciliğe, farklı olanın yabancı kışkırtıcılığına kapılırız yavaş yavaş. Yavuz Türk Yolluk’ta tuhaf karakterlerinin kederini, hayallerini ve kayıplarını samimiyetle paylaşırken, bazen “mırıldanarak”, bazen “cilalayarak”, bazen de ürkekçe “sürtünerek” ama mizahın kara tebessümünden hiç vazgeçmeyerek ilerliyor.
Yolluk, hayatın tökezleten, üzerimize su sıçratan yanlarıyla ince ince alay eden öyküler...