İlk yarışmadaki gibi yine bir pazar günüydü; ama bu sefer Kum, kütüphanede değil Rüzgâr’ın evinin bahçesinde ortaya çıktı.
Rüzgâr ve Gece oturmuş, çimlerin üzerinde zıplayıp duran evin şirin kedisi Pamuk‘un peşinden koşan Mavi‘yi seyrediyorlardı. On metre ötelerinde beliren mavi renkteki bir kapıdan Kum ‘un içeri girişini seyretmek şaşırtıcı ve özellikle Rüzgâr için kesinlikle inanılmaz bir olaydı. Bir film sahnesinden fırlamış gibi duran Kum, Rüzgâr’ın ilk gördüğü günkü gibiydi: aynı kıyafetler, aynı bakışlar ve aynı yürüyüş. Belki de zaman diğer dünyada hiç akmamıştı.
Kum, onlara doğru ilerlerken o kadar şaşkındılar ki yerlerinden bile kımıldayamamışlardı. Sadece kendilerine doğru gelen Kum‘a hipnotize olmuş gibi bakıyorlardı. Tabii Rüzgâr’ın yüzünde kocaman bir gülümseme ve gözlerinde, içindeki sevinci yansıtan bir parıltı vardı.
Önlerinde duran Kum, en çok da dört yaşındaki Mavi‘yi şaşırtmıştı. Nasıl ortaya çıktığını anlamadığı bir kapıdan gelen adamın neden olduğu şaşkınlığı, yüzünden ve buğulanmış gözlerinden anlamak mümkündü. Ağlamak ve ağlamamak arasında kararsız kalmış bir hali vardı. Hafif bir yay çizip Kum‘a çok yaklaşmamaya dikkat ederek yavaşça anne ve babasına doğru yürüyordu.
Kum, her zamanki gibi sözü evirip çevirmeden konuşmaya başladı.