O’nun davası tamamen Kur’ani ve Nübüvvet referanslıdır. Ancak söz konusu bu "sevk-i İlahiden" sonradır ki Barla’da atılan tohumlar, Cennet kokulu çiçeklere durmuş ve Dünya’nın dört bir yanına rayihalarını saçmışlardır. Semavi bütün himmetler ve gayeler, tarih şahittir ki, hep tarassut, baskı ve zulmün karanlığında büyümüş ve serpilmiştir. Peygamberlerin ve Allah dostlarının hayatları bunun en bariz örneğidir. Bediüzzaman hazretlerinin "müspet hareket" diyerek, "dahilde niza olmaz’’diyerek uyardığı bu yeni halin, sabrını ve tevekkülünü zirveye çıkararak, oralardan yaptığı tavsiyelerin değeri, o kadar müşahhas ve ulvidir ki, bu söz konusu tefsir-i Kuran’ın algılanmaması ne büyük bir bahtsızlık ve talihsizlik örneğidir.
Barla’da başlayan’’nur yağmurları,’’damla damla Anadolu başta olmak üzere,tüm coğrafyaları,hakikat denizine çevirmiş, devrin inkarcılarına anladıkları dilden cevaplar vererek susturmuş ve nihayet uzaklar yakın, gönüller akılla arkadaş olup, Kitab-ı Kebir-i Kainat dil olmuş konuşmaya başlamıştır.Kuruyan çöllere sağanaklar inmiş,ümitler filizlenmiştir.. Yeisten umuda, karanlıklardan Sırata doğru bir yolculuk başlamış..
Sorular sahibini bulmuş, şek ve şüpheler yerle yeksan olmuştur..
Sabır ve tevekkül iğnesiyle ilmik ilmik dokunan bu hizmetin karşılığı, sadece Allah katında ve Rızasında aranmış, hatta ahiretten dahi vazgeçilircesine bir diğergamlık, yada görülmesi çok zor bir fedakarlıkla, Ebubekirlerin (r.a) yolundan gidilmiştir. Her türlü ırkçılık ve unsuriyetçilikten uzak bir Bediüzzaman’ın hayatını irdelediğimiz zaman,işte ortaya koyduğu bu mücadelenin mana-ı hakikisini anlamak zor değildir.