Bedevi hayatın topraklarıyız biz... Yerleştiği vakit gideceğini bilen, gideceği zaman da suskunluğu göğüsleyen...
Kenan, bir ildir ki gidilir de bazen sevilen bulunamaz. Kenan, bir yoldur ki yürünür de bazen başı hüzün, sonu sevinçtir… Gözyaşı ile sulanır o ilde bütün güller, üstelik kimi keder kimi mutluluk açar. Kenan’ın Gözyaşlarında işte böylesi bir hakikatten haberler var… Tıpkı dünya gurbetinde kâh ağlayıp kâh gülmüşlüğümüz olduğu gibi.
Kuşlar nasıl ki düşkündür yavrularına, eşlerine ve yuvalarına! Anneler de öylece düşkün olurlar kutsal bildikleri evlerinin içindeki herkese ve her şeye… Kenan’ın Gözyaşları yoksulluğu da varsıllığı da içine sindirebilmiş Anadolu annelerinin sadakatle yoğrulmuş minicik kalplerini şerh ediyor okura tatlı tatlı. Alın terleriyle yuvalarına helal rızık taşıyan babalar, anne babalarına gönülden sevgi duyan çocuklar da gülümsüyorlar olanca iyimserlikleriyle…
Hz. Yakup oğlu Yusuf için ağladığında gözlerinden kan gelene dek durmadı. Onun gözyaşlarında çile vardı fakat umutsuzluk yoktu. Önce sabır sonra da oğluna kavuştuğunda kör olan gözleri görür hâle getiren Allah’a şükür yeşerdi o gözlerde… Üç nesil kadının öykülerinde de aynı tadı alacaktır Şeyma Kenan’ın tertemiz satırlarını okuyanlar. Kenan ilinden esen rüzgârları hissederek…
“Gözleri uzaklara dalıyor, bedenen buradaydı, ruhen Kenan diyarlarına göç etmişti bile. Ayrılık vakti yaklaşmıştı. Her zamanki sükût bedenlerimize işlemiş, etten duvar örmüştü adeta. Çıt dahi yoktu. Saat yaklaşıyordu. Kabanını alan annemin, sırayla bizleri öpüp arkasına dahi bakamadan gitmesi bizde üzüntü yaratmadı denilemez. Annem, annesinin yanına gidiyor, biz annemden ayrı kalıyorduk. Aslında değil mi ki herkes ait olduğu yerde bahar bahçe, çiçek börtü böcek.”