Hukukun haberlerde yer almaması çok nadirdir. Genellikle, en kutsal sayılan özelliklerinden bazılarıyla dahi alakadar olarak ihtilafları kışkırtır. Örneğin hukukçular ve siyasetçiler hukukun üstünlüğünü överken, reformcular eksikliklerine hayıflanırlar ve şüpheciler adaletle sözde eşitliğini sorgularlar. Yine de hepsi hukuku toplumsal değişimin bir aracı olarak görürler. Yalnızca çok az kişi, hukukun, toplumsal, siyasal, ahlaki ve iktisadi yaşamımızdaki merkezi yerini sorgular.
Peki, "hukuk” tam olarak nedir? Doğayla bağlantılı bir grup evrensel ahlaki ilkeden mi meydana gelir ? Yoksa, çoğunlukla insan yapısı, geçerli kuralların, emirlerin ve normların bir derlemesi midir ? Hukuka uymak biçiminde bir ahlaki ödevimiz var mıdır ? Hukukun bireysel hakları koruma , adaletin sağlanması ya da iktisadi, siyasi ve cinsiyet eşitliği gibi özel amaçları var mıdır? Hukuk, toplumsal bağlamından ayrılabilir mi ? Hukuk ve cezalandırma , hukuk ve antropoloji ve hukuk ve edebiyat arasındaki bağ nedir?
Bunlar, hukuk kavramının anlamını, işlevini ve amacını ortaya çıkarmak isteyen herkesi bekleyen soruların bir kısmıdır ve bunlar geniş sınırları olan hukuk felsefesi coğrafyasına sinmiştir. Bu geniş arazinin haritasını çıkarmak, göz korkutucu bir görev. Bu sayfalarda topografyasının yalnızca en önemli özelliklerini tespit edebilmeyi umuyorum. Bu amaçla, hem klasik hem de çağdaş hukuk kuramı düşüncesine en uygun girişi sağladıkları için önde gelen hukuk kuramlarına odaklandım.
Hukuk kuramı, hukuk tiyatrosundan çok farklıdır. Yine de, televizyon programı halini alan -gerçek ya da kurgu- en duyumcu ceza yargılamaları dahi, hukukun tipik olarak hukuk felsefecilerinin ilgi alanına giren özelliklerini kapsamaktadır. Ahlaki ve hukuki sorumluluk, cezanın gerekçelendirilmesi, zarar kavramı, yargı işlevi, adil yargılama ve daha birçok konuda zorlu sorular ortaya çıkarırlar. Hukuk felsefesinin nadiren soyut, kullanışsız bir arayış olduğunu ortaya koymak hiç zor değildir.