…İmdat Avşar dili, özel ve sistematik kullanabilen hikayecilerimizdendir. Avşar’ın dilinin en büyük özelliği, hikaye kahramanlarının birbirinin sesini dinliyor olmaları; okuyucu açısından ise metnin okunurken vak’anın seyredilebilmesidir. Demek ki basit ve sıradan dilin anlam ayrıntılarını gizlediği bir sesi vardır. Ayrıntılar orda gizlidir. Entelektüelin yüksek dilde arayarak bulduğu zenginliği, basit ve sıradan dilin kullanıcıları seste bulurlar. Ses tahayyül ettirir. İmdat Avşar’ın dilini demek ki yazılı metne dönüştüğü için entelektüelin folklorik malzemesi ve elbette dinlenen/duyulan bir ses olarak kabul etmek gerekmektedir. Bu dilin edebi kıymeti bir entelektüelin, o dili, yazıya geçirmek ve sistematize etmiş olmasından gelir. O dildeki sesin ayrı bir anlam değeri vardır ve bu ses bizi dilin dramatizasyonuna götürür. Dramatizasyon bir tiyatro terimidir ve görsellikle/görüntü ile ilgilidir. Eğer dilin dramatizasyonundan söz ediyorsak, seyredilebilir bir olgudan söz ediyoruz demektir. Fakat bu dildeki seyir imkânı ile yüksek dilin yapay benzetmelerinin seyir imkânı arasında fark vardır. Şüphesiz yüksek dilde de anlamsal seyir vardır; fakat asıl mühimi dili kullananın sürekli hareket halinde olmasıdır. Dille/dili duyarak, o dili kullananın her an oynadığını sezer ve seyrederiz.
Sezdiren ve seyrettiren bu dil İmdat Avşar’ın dilidir. Çiğdemleri Solan Bozkır ile tanıdığımız İmdat Avşar, kaybolmuş bir dilin, artık olmayan insanlarının, artık olmayan hassasiyetlerini anlatıyor. Onun dili sadece sesiyle değil, dramatik yanıyla da var olan bir dildir. Dilin dramatik özelliğinin canlandırma kabiliyeti ile ilgili olduğunu biliyoruz. Elbette, burada canlandırma ifadesi ile o dilin, hayal ettirme kabiliyeti kastedilmektedir. Avşar’ın dili sadece okuduğumuz bir dil değildir; aynı zamanda seyrettiğimiz bir dildir.