Gelincikler gibi, her sabah güneşe dönmeye çalışma gayretiyle yaşayan... Gelincikler gibi başını güneşe çevirip, saçlarını rüzgara verip, gülümseyen hüzünle hayata... Gelincik gibi güneşe muhtaç ama, kendi özsuyuyla yetinen... Tomurcuklarındaki tozlar, sadece tutunabilmek için hayata umut zerrecikleri... Rüzgarla titrer durur yüreği hep gelinciklerin... Toprağa tutunmaya çalışır tüm gücüyle ama cılız, hüzünlü, yorgundur beden... Yalancı bahar ürkütmüştür yüreğini... Güçlüymüş gibi durur rüzgara karşı...Yalancı baharı kandırır sadece... Her güneş batışında, köklerinden yapraklarına kadar hüzünle dolar yeniden...Gökyüzünün gözyaşları düşerken toprağa, yaşama olan aşkının bedelini öder gelincik ve sadece tebessüm eder ölümüne... Güçsüz, narin, cılız yapraklarına rağmen, rüzgara karşı cesurca salınan bir gelinciğe dokunabilir mi ki ölüm..? Rüzgarla savrulur, dağıtır tohumlarını, uçuşan sarı saçlar gibi... Can kırmızı ipeksi kadife yapraklarının içine çöker en karası sevdanın... Kapkara bir leke olur içinde... En karasıdır sevdanın, taşıdığı sevda yüreğinde... Hüzündür gelincik, ölümsüzlüğü imkansız bir aşktır hayata...Bir varmış, bir yokmuş gibi... Bütün masalların başlangıcı gibi... Ne var, ne de yok gibi... Aslında olmayan da, olması düşlenen... Hayal gibi, bir hayale inanmak gibi, bir varmış bir yokmuş gibi...