Halklar kendi tarihlerini kendileri yazarlar. Kendilerini ipe çeken ve onurlandıranlar da onlardır. Tarihin hem öznesi, hem nesnesidir onlar: yani i n s a n. . . Tarih toplumların zamanıdır. Toplumlar gelişmeseydi tarih de olmazdı. Ben de olmazdım sen de... Tıpkı kütle/enerji olmasaydı zamanın olmayacağı gibi... Kendisini tarih ve toplumuyla özdeş gören bu üç bin yaşındaki ozanın destanına kulak verin. Geçmişine ağlayan, yalvarıp-yakaran bir ihtiyar değil: Üç Bin Yaşında Bir Delikanlı O... Şu milyonluk ağaçların, milyarlık dağların yamacında üç bin yıl ne ki? Çok açık bir gerçek var: toplumlar, tarih bilinciyle donandıkça gençleşirler. Yani akılları başlarına geldikçe... Hafızası olmayan toplumlar ya ölür ya köle kalır... Serdar CAN'ın dillendirdiği "Üç bin Yılın Destanı", tarihimizi estetik değerler katında yorumlayacak kadar özümsemeye başladığımızın güzel bir kanıtıdır.
Serdar CAN bu destanı Diyarbekir zindanında yazdı. Zulmün, bilinçleri köreltemeyeceğinin ve güzellikleri karartamayacağının bir belgesi bu destan. Tıpkı anlattıkları gibi, yaşanarak yazıldı. Yaşanarak da okunacağına, inanıyoruz. Çünkü siz, hepiniz bu destanın kahramanısınız!