Yuğ bilge bir Şaman’ın ruhundan seslenen anlamlı sözcüklerin, derin duyguların, işaretlerin harmanlandığı, yaşamın en dibinden yükselip o muazzam yaratıyla buluştuğu gizemli bir yolculuk.
Yuğ Hasan Hüseyin’in ta kendisi aslında.
Kabilesi olmayan bir Kızılderili reisiydi sevgili Hasan Hüseyin. O her şey olabilirdi tabiatla ilgili; güzel olan her şey... Yağmur olup yağardı, doluya dönüşmekten korkardı. Olmuş bir cevize düşerdi. Gözlere gözbebeklerini fidanlardı. Hiçleri su gibi akıtırdı. Hüznün acı suyunu süzerdi. Anahtarı yitik acıları çok iyi anlatırdı. Rüzgârı, ağacı, suyu, dağları, ağaçları dinlerdi ve anlardı. Bekleme’nin iki yakası vardı onun için, İç’in birkaç yanı vardı. Uyku bile olabilirdi Hasan Hüseyin. Sanki çok yakında o derin, uzun uykuyla buluşacağını sezer gibiydi kimi tümceleri. Onun gözünde insan “kıymet” için en büyük erozyon bölgesiydi. Her ömrün sabit sayısı vardı onun için, ne kadar uzak olursa olsun matematikten. Beden; efendisi için var olmak zorunda olan köleydi ona göre.
“Dün gece rüyamda gördüm sizi. Başınızda papatyalardan bir taç vardı... Düşüyor, tekrar takıyordunuz, düşüyor tekrar... Size ağaçtan yapılma bir toka verdim... Gülüverdiniz... Tolga dosta Toroslar kadar selam. YUĞ’u okudunuz mu ablası? Düşünceleriniz çok önemli benim için...” diye yazmıştı bana en son. Cevap vermeye, ona duygularımı aktarmaya fırsat vermedi ölüm.
Şimdi yazıyorum işte sevgili Hasan Hüseyin ve çok iyi biliyorum ki hep dinlediğin ve konuştuğun rüzgâr, yağmur, kanadına takıldığın kuşlar, şiirle uyutup uyandırdığın güneş, ay, yıldızlar ve o çok sevdiğin yüce Torosların esintisi bu kelimeleri sana uçuracaklar... Onlar da, bizler de seni, şair ruhunu, şiirle konuşmanı çok özlüyoruz...
– Nermin Bezmen