Belli bir medeniyetin elinden kayıp giden bir şey olarak geleneğin farkına varılması, modern dönemlerde ortaya çıkan bir durumdur. Batı toplumunun yüzyıllardır sahip olduğu kültürel ve entelektüel mirası terk etmesinin acısını yaşayanlar, Batı’da ilk defa geleneği keşfetmişler ve ezelî olduğuna inandıkları geleneği ya da ondan kurtarabildiklerini insan hayatına dâhil etmenin yollarını aramışlar. Yine Batı’da modern uygarlığın yönelimini tehlikeli bulunlar, modernliğin risklerinin kaynağında gelenekten kopmayı görerek geleneksel düşünce ve yaşam tarzlarını modern uygarlığa bütüncül bir alternatif olarak yeniden canlandırmayı arzulamışlardır. Bu bağlamda Gelenekselci Ekol, modernizme karşı alternatif bir duruşu yansıtır. Gelenekselcilik, başlangıçta Batı’nın kendi kendisine yönelttiği bir eleştiridir. Bu eleştiri Batı’nın içinden doğmuş olmasına rağmen, modernlik karşıtıdır. Gelenekselcilerin karşıtlıkları Batı’ya değil, modernizmedir.
Bu kitapta şu sorulara cevap verilmeye çalışılmıştır: Gelenekselci Ekol hangi sosyolojik koşullarda doğmuştur? Batı modernliğine ne tür eleştiriler yöneltmiştir? Gelenekselcilere göre modernleşme, rasyonelleşme ve sekülerleşme karşısında dinlerin mevzi kaybetmesi ne gibi sosyal sonuçlar doğurmaktadır? Gelenekselcilik İslâm’ın içinden gelen bir ses midir, yoksa İslâm’ı kapsayan bir ses midir? Gelenekselci Ekolün tüm geleneksel dinleri eşit görmesi, hakikatin son temsilcisi olma iddiasına sahip olan İslâm düşüncesiyle bağdaşır mı? Tüm gelenekleri ve dinleri olumlayan bir bakışa sahip olan Gelenekselci Ekolün öğretileri ‘medeniyetler ittifakı’ arayışında bir imkân sunmakta mıdır? Gelenekselciliğin İslâm yorumu, Batı dünyasında yaygınlaşan İslâmofobia olgusunu nasıl etkiler? Gelenekselci düşüncenin genel düşünce tarihi ve İslâm düşünce tarihi içinde bir karşılığı var mıdır?