O yıllarda ebemlerden ayrılmış, kendi damımızda yaşıyorduk. Ama evlerimiz birbirine uzak değildi.Babam, anamın da gizli ısrarıyla evimizin ayırılmasına razı olmuş ve bizim için yarısı ahırlık olan ayrı bir dam tutmuştu. Tecirler olarak, dört aile hayvanlarımızla beraber aynı damlarda yaşıyorduk. Bizim dam, amcamların damlarının arasındaydı. İki bölmeli bu damın arkası yarı beline kadar toprağa gömülüydü.
Arka ve yan duvarları taşla örülmüştü ve bu duvarlarda hiç pencere yoktu. O yüzden bizim evin iki bölmesi de gündüz vaktinde bile ancak loş bir aydınlıkla ışırdı. Köydeki bütün evlerde olduğu gibi, bizim evin duvarları da saman katılarak hazırlanmış çamurla sıvalıydı. Zaman içinde bu sıvalar dökülür, ama babam ancak iki üç yılda bir yeniden sıvardı. Aslında babama kalsa sıvamazdı da anam ağaç kabuğunu andıran yüzünü yumuşatarak yalvarırdı: “Herif kurban oluyum, şu duvarı sıvayak. Taşların arasından dışarısı görünüyor. Kışın soğuktan yatamak, çocuklar hep hasta olur.”