Sadece bedensel olarak değil, ruhsal olarak da ince, zarafetiyle ilk görüşte karşısındakini etkisi altına alan bir kişi, Sina Akşin. Ankara’da bir İstanbul beyefendisi. İstanbul’dan gelip Ankara’yı seven, hukuktan gelip tarihe gönül veren bir bilim adamı. Mülkiye’nin efsane hocalarından.
Sina Hoca’nın gönül verdiği asıl şey, Atatürkçülük. Kişisel iletişimindeki nezaketiyle düşünsel üretimindeki ödünsüzlüğü, hatta kimi zaman seçkinciliğe varan bir katılığı en uygun biçimde kendinde birleştiren bir Atatürk sevdalısı:
“Ben Atatürk’ü bir dâhi, gelmiş geçmiş bütün Türklerin en büyüğü olarak değerlendiriyorum. Batı Türklüğünün sonu geldiğinde, Türkleri bu badireden kurtaran bir önder olarak görüyorum. Ne denli talihliymişiz ki, böyle bir insan başımıza geçti. En büyük talihsizliğimiz ise onun on-on beş yıl daha başımızda kalmamış olmasıdır. Atatürk dünya çapında bir önderdi. Sömürge halklarının esin kaynağı oldu. Platon’un sözünü ettiği “filozof kral” gibi, o da filozof cumhurbaşkanımız oldu. Kararlarını diyalektik yöntemle, tartışa tartışa alır, en doğru sonuca ulaşırdı. Bugün Atatürk yok, fakat Türkiye’yi bugün battığı çukurdan kurtaracak olan onun ideolojisi, onun çizdiği yol olacaktır.”