Onlara kendilerine ait olan bir ülke vaat edilmişti. Bir ulus olmadan asla yok olup gitmeyecekleri söylenmişti. Dünyanın dört bir yanına dağıtılarak cezalandırılan bu halk geçmişini unutacak mı? Yoksa Kabala’nın zor ve dolambaçlı yollarında Mesih’e olan inançları onları vaat edilen topraklarına kavuşturabilecek mi?
On yedinci yüzyılın başlarında o zamanki adı Smyrna olan İzmir’de tavuk satarak ailesini geçindiren bir Yahudi’nin en küçük oğlu, dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış olan bir halk için lider ve kurtarıcı rolünü üstlenecektir.
Sabetay Sevi, Temmuz 1626’da, Musevi takvimine göre beşinci ayın dokuzuna denk gelen, ikinci tapınağın yok edildiği günde doğdu. Çocukluğundan beri diğerlerinden daha üstün meziyetlere ve etkileyici bir dış güzelliğe sahip olan Sabetay Sevi, on sekiz yaşındayken Haham unvanını almış, çevresinde gıptayla bakılan bir zat olmuştu. Herkes onun farklı olduğunu düşünüyordu. O ise kendisine bağışlanan bu özelliklerin Tanrı’nın bir hediyesi olduğuna ve seçilmiş kişi olarak belirlendiğine yönelik tutkulu bir düşünceye kapılmıştı. Bir gün Sinagogda cemaat ibadet ederken kutsal yazıların okunduğu minbere çıktı ve diasporadan sonra hiçbir Yahudi’nin telaffuz etmediği Tanrı’nın tam ismini haykırdı: “Shem ha’mforash”. Bu yasak sözler onun İzmir’den uzaklaştırılmasına ve dünyanın pek çok ülkesini dolaşmasına neden oldu. Bu seyahatler ona öyle bir cesaret kazandırdı ki sonunda Osmanlı Sultanından tahtını ona bırakmasını ve kendisini Mesih olarak kabul etmesini istemek için İstanbul’a gitti. Ama olaylar beklediği gibi gelişmedi.
Bu kitapta İzmir’de bir Yahudi olarak doğan Sabetay Sevi’nin nasıl olup da Yomkippur’daki bir Müslüman mezarlığında Aziz Mehmet Efendi adıyla gömüldüğünün öyküsünü okuyacaksınız.