Yıllar önce yaşadığımız, iyi ya da kötü, bir olayı hatırlamak, varlığımızı hatırlamak gibidir. Gelmemiş bir geleceğin bilinmezliği, tuhaf bir tedirginlik yaratır insanda. Hatırları zararsız kılan şey, geçmiş zamanı asla geri getiremeyecek olmamızdır. Geri getiremeyeceğimiz bir şeyi hatırlamakla sadece özlem duygumuzu değil, hayata tutunma güdümüzü de harekete geçiririz. Yaşadıkça yaşlanmak, yaşlandıkça hatırlara; özellikle çocukluk hatıralarına sığınmak, yetişkinliğimiz boyunca maruz kaldığımız her türlü yabancılaşmaya karşı çaresizce gösterilmiş bir tepki olarak yorumlanabilir. Çaresizliğimiz, belleğimizin yüzeye çıkardığı tortuların eski biçimlerini hâlâ korumalarından; ama yeni biçimleriyle zıtlık teşkil etmelerinden kaynaklanır. Aynılık ile değişim arasındaki bu zıtlıktan doğan her sanatsal yaratım. Okuyacağınız metinler, çocukluk anılarımdan oluşmuştur. Onları katıksız bir gerçeklikten yola çıkarak kaleme aldım. Doğup büyüdüğüm evde, evimizin karşısındaki Menekşe Sokağı’nda ve dereleri yukarı akan güzelim Ordu kentinin diğer sokaklarında tadına vardığım yaşam dilimleri. Evler, sokaklar, kentler geçicidir; aldığımız kokular, dokunduğumuz nesneler, yakaladığımız bakışlar da… Kalıcı olan anılardır; o anıların içimizde bıraktığı kıpırtılı bir sevinç ya da hüzündür.