"Çocukmuşsun sen daha o zaman, minnacıkmışsın. Annenin bağrışlarına uyanmış, tuvaletin kapısına yığılıp kalan babanı oyun oynuyor sanmışsın. Sen bunları anlatırken Çiçek, saçların ne güzeldi, evet ben böyle düşündüm. Zaten hep güzeldi ama, o gün daha bir güzeldi çünkü çok mutsuzdum. 'Baban taburcu olsun, bizim oranın yaylalarına gidelim,' demiştin de, çıkarken nefes nefese kalırım, bir de benim kalbimle uğraşırsın dediğimde sıcacık gülmüştün." Milim ilerlemeyen trafik, çeri domates, muzlu süt, şezlonglar, sigortacılar, başından beri yalnız olanlar, hatırlayanlar, unutanlar, hiçkimsenin umursamadığı bir şeye delicesine kapılanlar... Havasız odalar, yarım yarım bırakılanlar... Cohen mırıldanıyor bir şeyler, bir başkası Eva Braun'unu kaybediyor. Edip Cansever sessiz ve insansız sokakları geziyor... Bir yerlerde gözleri hemen dolan çocuklar var. Murat Uğurlu serin bir dille yazıyor hikâyelerini. Bütün gece yağmur yağmış da sanki şehre, camdan bakıyoruz birlikte sokağa, yan yana fısıl fısıl anlatıyor anlatacağını. Kimin yarası yok ki? Buralar Bıraktığın Gibi, insanın içine çöreklenen, dostça anlayan, fark eden, sarıp sarmalayan hikâyelerle yeni bir yazarı takdim ediyor.