“Her gün erkenden kalkar, hepsi birbirinden tembel ve uyuşuk on oğlunu evde uykuda bırakıp tarlasına gidermiş. Tarla aslında tarla değil beş on adım genişlikte kuru bir toprak parçasıymış. Üstü taşlarla, ayrık otlarıyla, yaban çalılarıyla dolu bu toprağın kıyısına oturur, sabahtan akşama değin bağıra çağıra konuşurmuş.
“Ah güzel kabaklarım-mabaklarım, ah güzel karpuzlarım-marpuzlarım ne güzel de büyüdünüz…”
“Amannn… fasulyelerim-masulyelerim, nanelerim-manelerim, biberlerim-miberlerim nasıl da böyle çoğaldınız… Kızlarımmm..! Ay… ay ay nasıl da kol kadar olmuş patlıcanlarım-matlıcanlarım, domateslerim-momateslerim… ay ay ay!..” diye diye bağrışırmış.”
Sonra ne mi olmuş? Bu yaşlı kadının ‘yalancı kadın’ olmasına neden olan macera dolu olayları okuyun derim. Okudukça şaşıracak, şaşırdıkça keyiflenecek, güldükçe düşünecek, tadına doyulmaz bir masalın içinde kayıp gideceksiniz.