Üsküdar-Kısıklı tramvaylarının çalıştığı, kömürlü vapurların her iskeleye uğradığı, Boğaziçi’nin her yerinden denize girilebildigi günlere yetişen yazarın aynasında yansıyan İstanbul. Gülerek, hüzünlenerek, şaşırarak ve son sayfasına dek merakla okunacak bir roman. Mehmet Ünver bu ilk romanıyla yeni bir yazarın müjdesini veriyor bizlere.
Son sayfa bittiğinde ışıklar yanacak ama siz sinemadan çıkmak istemeyeceksiniz.
İstanbul’da tramvayların henüz hizmetten kaldırılmadığı, en büyük ulaşımın kömürlü şehir hatları vapurlarıyla yapıldığı, kar yağdığında gazetelerin ‘Çamlıca tepesine kurtlar indi’ şeklinde başlık attığı yılların çocuklarıdır bu romanın kahramanları . . . Boğaziçi köprüleri henüz yapılmamış, kent yoğun göçle daha karşılaşmamış, göz alıcı erguvan ağaçlarıyla süslü tepeler, gecekondular ve villalar tarafından işgal edilmemiştir henüz . . . Kahramanlarımız başka mahallelerden çocuklarla savaş yapıp onları döverek ya da kendilerini hor gören huysuz komşularının bahçelerine kakalarını yapıp kaçarak tatillerini renklendirirken, o küçük yaşlarda maruz kaldıkları ve anlamakta güçlük çektikleri kimi acı olaylar yaşamın hiç de öylesine masum olmadığını öğretir onlara. Bazı şeyler artık yaşam boyu izler bırakacak acı deneyimlere dönüşmeye başlamış ve büyü bozulmuştur . . . Yaşam, deniz kenarı arsalarda donlarla yüzüp, akranlarıyla azıp kudurmak ya da bostanlardan erik araklamak, okulda kızlar helasına baskın yapmak gibi renkli ve masum olaylarla değil de, kimi yetişkinlerin dünyasında olduğu gibi hırslı ve kirli şekilde mi sürecektir?”