Urla kazasında ikamet eden insanlarla yapılan sözlü tarih çalışmalarında, Urla ve yakın çevresinde yaşayan Türk ve Rum halkın karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde barış içerisinde yaşadıklarıyla ilgili anlatımlar ile anılara dayalı aktarımlar oldukça geniş yer tutmaktadır. Fakat bununla beraber XIX. yüzyıl sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında, Urla kasabasında tamamen kaynaşmış çatışmasız bir toplumsal yapıdan da söz edilemez. Rumların yaklaşık yüz yıllık bir süre içinde kazandıkları ekonomik güç, iki toplum arasındaki çekişmeleri artırmıştır. Urla kazasındaki bu çekişmelerin XIX. yüzyılın ortalarında bir çatışmaya dönüştüğünü görmekteyiz. Aslında Türkler ile Rumlar arasındaki bu ayrılığın Mora isyanına kadar gittiğini söyleyebiliriz. Başlangıçta işçi ve hizmetçi olarak Türk ağalarının yanına çalışmaya gelen Rumlar, kısa süre içerisinde çalışkanlıklarıyla bölgedeki mülkiyet üstünlüğünü ele geçirmişlerdir. Mülkiyet o kadar hızlı el değiştirmiştir ki bir süre sonra durum tersine dönmüş ve Türkler, Rumların hizmetinde çalışmaya başlamışlardır. Fakat neresinden bakarsanız bakın bölge Rumlarında olduğu gibi Urla Rumları da Yunan Hükümeti ve Patrikhane tarafından uygulanan “Megali İdea” politikası doğrultusunda bilinçli, planlı ve programlı olarak Yunan milliyetçiliği amacına hizmet etmek için kullanılmışlardır. Bunun için yüzyılın sonlarından itibaren çok sayıda Yunan uyruklu Rum’un Urla’ya yerleştiğini ve demografik yapıyı Yunan amaçlarına yönelik olarak değiştirdiğini görmekteyiz. Bu bağlamda Urla’nın tarihi, bir bakıma ikiliklerin tarihidir.