"Vicdan ağırlaştıkça geçmiş de ağırlaşır. Geçmiş ağırlaştıkça da vicdan… Bu terazinin dengesi hiç bozulmaz. Geçmişini hafifletmeye, üzerine gitmeye başladığın anda vicdan az da olsa nefes almaya başlar. Asla vicdanın seni sınamasına izin verme evlat. Ağırlığı altında ezilirsin. Seni usuldan çürütür, içten içe... Sol yanın hep acımaklı geçer."
-BİLGE-
O, Kore gazisi...Elinden hiç düşürmediği tahta tüfeğiyle çocukluğunu süsleyen en büyük hayaliydi asker olmak. Tahminin ötesinde bir şekilde oldu da! Kore Savaşı'na katıldı. Bu uğurda bedeninde düzelmeyen hasarlar aldı ve birkaç parmağını feda etti. Ne var ki hayatının asıl savaşını vicdanı ile çarpışarak verdi. Gözlerini ilk açtığında hissettiği tek şey acıydı. İçini yakan, tasvire imkân vermeyen derin bir acı… Yüreğini ve ruhunun bir kısmını kaybetti geçmişinin hedefinde canla karışık. İdealleri uğruna herkese karşı yalnızlığı kendine yoldaş edinen ve Bilge'siyle ödüllendirilen… Bilge'nin öğretileri ile tüm kararlılığına rağmen yıllar sonra öğrendikleriyle tüm havsalası sekteye uğrayan… Her daim bir ikilem girdabında kendini bulma çabası sarf eden er kişi...Paralelinde İstanbul'da yaşayan teyzesinin aşkları, itirafları, ihtirasları, yaşanmışlık ve pişmanlıkları... Aşkı uğruna birçok şeyi göze alabilecek cesaretli bir kadın mı? Yoksa her şeyden kolayca vazgeçebilecek cesaretine ve aşkına yenilen kırılgan bir kadın mı? Dönemin İstanbul ve Gaziantep'ini okudukça o atmosferin içine çekileceksiniz.Sen olsaydın ne yapardın? Sevdiklerini kaybetmek ve üzmek pahasına gerçeklere bağlı kalıp tüm sırları açıklar mıydın? Yoksa küllenen yangını bastırmayı tercih edip bilmezden gelme oyunu mu kurardın? Kurduğun oyunun içine dâhil mi olurdun? Yoksa uzaktan seyircisi mi olurdun? Her iki durumda da vicdanını susturmayı nasıl başarırdın? En üstün kavramın aşk mı, vicdan mı, pişmanlık mı olurdu? Tercih senin.