Bu kitabı sizi düşünerek, sizin için yazdım. Bela gecelerinde, yaşım sızarak, yüreğim sızlayarak yazdım.
Ey Türk! Bu satırlarda geçmişin destanlarını, şimdinin ayrılık acılarını söylemek ve inlemek istedim. Bir keman gibi... Bu kemanı ana vatanın bağrından yonttum. Tellerini kalbinin damarlarından çıkardım. İstedim ki bu sazın uyumunu yalnız sen duyasın. Bu acıklı iniltiler yalnız sana dokunsun.
Dünya tarihi, yurdu uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir ulus daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi yurduna sahip olmayı hak etmemiştir. Bu yurt ya senindir ya da hiç kimsenin!
Dünyanın her tarafındaki taşsız mezarları, ululuğunun görkemli yapılarıdır.
Göğsünde tutuşan gönül, gönül değil, cephane oldu. Bu uğurda parçalandıkça kinin ve ilmin çoğaldı.
Ey zeybek! Bu kitabın yapraklarını hançerinle yırt! Ve hançeri onun kalbinin üzerinde bırak! Bundan sonra silahının siperi bir kitap olsun.
Bu satırları yazarken masalları süslemedim. Senin ruhun gibi yalın olmasını istedim. Ötesinde, berisinde, eğer varsa, göreceğin özentiler sana beğendirmek, gururunu okşamak içindir. Gurur! O, her Türk’ün yaradılışındadır.
Biz, birbirimizi bundan tanırız, değil mi?
Bu masallar ile arzu ettim ki senin firuze ruhuna tatlı bir renk, altın kalbine parlak bir cila vereyim. Görüyorum o renk siyah oldu, o cila donuk... Yas günlerinin alın yazısı.
- Ahmet Hikmet Müftüoğlu / 20 Mart 1338 (1922), Şişli