İnsan, her canlı gibi yaşama içgüdüsüyle dünyaya gelir ve sonsuza kadar yaşamak ister. Fakat ölüm, insanın yaşamına son verir.
İnsanın bu acizliği, kendisine bir korumacı bulmasını gündeme getiriyor. Bu durum karşısında dinler, insanoğlunun imdadına koşuyor ve "ölüm bir yok olma hadisesi değildir, esas edebi hayat ve mutluluk ölümden sonra başlar" diyor. İnsan varoluşu gereği büyük bir güce inanma eğilim ve ihtiyacındadır. Bu sebeple, insanlar dinlere dört elle sarılıyorlar. Oysa dinlerin vaat ettiği umutlar hep veresiyedir ve istikbale yöneliktir. Bu yüzden, kesin bir netice elde edilemiyor. O zaman, insan kendisini kesin ve tatmin edici neticeye ulaştıran bilimsel araştırmalara veriyor.
Hukuk da bilimsel bir kaygıdan beslenir. Fakat, öyle hukuk sistemleri var ki, o hukukun tatbiki insanların canını ve kesilen parmaklarını acıtır.
Elinizdeki kitap, şeriat uygulamalarının haksız ve birbiriyle çelişen yapısını somut örneklerle gözler önüne seriyor.