”Hastanede, tıpkı iyi bir piyes yazarının yaptığı gibi hayatımı sonundan başlayarak tasarlamam gerektiği fikrine varmıştım. Böylece gündelik hayatın basit ve anlaşılmaz akışına kendimce bir yön çizebilecek, hayatını kör tesadüflerin esiri olmaktan kurtaracaktım. Ama kısa zamanda, insanın kendisini tanımaya, kendisi hakkında mezar taşından bakılarak edinilmiş, değişik bir bilgiyle yaşamaya yakın bir varlık olmadığını anladım. O zaman kendime verdiğim sözü ”günün koşullarına” uyarladım ve her yıldönümünde bir süre o eski bilinçlilik halini hissetmeye çalışacağıma, hayatımı herkes gibi başından itibaren yaşarken senede bir gün olsun ona sonundan bakmayı deneyeceğime söz verdim. İşte siz balkona geldiğinizde, burada beklemek zorunda olduğum süreyi de değerlendirmek için bu ruhsal egzersizi yapıyordum.” (kitaptan)
Bu kitapta, edebiyatta genellikle yapıldığı gibi dışsal gerçekliğin ve olayların kişilerin iç dünyalarını nasıl etkiledikleri değil; kişilerin iç dünyalarının dışsal gerçekliği ve olayları nasıl şekillendirdiği anlatılıyor. Dışsal gerçekliğin ve iç dünyanın sınırlarının belirsizleştiği alanda iki taraf arasında tercümanlık yapan duygular, kitabın asıl kahramanları olarak öne çıkıyor. Bu nedenle, kitapta öyküler boyunca aynı kişiden söz ediliyor ve olay örgüsünde akıl almaz, şaşırtıcı, hatta ilginç denebilecek olaylar yer almıyor. Ruhsal yapımızın kendisini ifade etmek üzere dış dünyayı nasıl kullandığı konusu, öyküleri birbirine bağlayan zemini oluşturuyor.