Yazı hatırlatan sıcak bir bahar günüydü. Hızla akan trafik ile kalabalığının gürültüsü hafiflediğinde, binaların arasına esir düşmüş ağaçlardaki kuşların sesi duyuluyor; seyyar satıcıların sattığı çilek ve erikler, değişen mevsimi hatırlatıyordu. Ankara’nın kuru ayazı bitip de bahar geldimiydi, pek nazlanmadan yaza dönüşür, atkestaneleri çiçeğe durduğunda, çoktan yaz gelmiş olurdu. Bu O’nun tam yetmiş üçüncü kez yaşayacağı yaz olacaktı. Birkaç gün sonra doğum günü idi ve bu sene hediyesini erkenden almıştı. Safiyane duyguları içeren bir mektup, biyoğrafisini içeren çalışmaya iliştirilmişti.
“O’nu hep çok sevdim, O benim için hep çok farklı ve değerli oldu. Belki de O’nu sevmek bana öğretildiği için, O’nu sevmekten başka şansım kalmadı. O’nu annem taparcasına sevdi, kendimi bildim bileli O’nu anlatan o kadar çok şey dinledim ki, O’nunla çok fazla yaşamışlığım olmamasına rağmen, O’nu çok yakından tanır gibiyim.”