Aslında ne eskisi gibi yalnızlıktan korkuyordum, ne de karanlıktan. Kendimce yalnızlığı ve korkuyu yenebileceğim çözümler üretir hale gelmiştim. Korkunun aklıma uğramaması için ezbere bildiğim, birçoğununsa sözlerini eksik bildiğim için uydurarak mırıldandığım şarkılar sayesinde saatler sonra yaşayacağım olası şeyleri aklımdan bir an olsun çıkarabilmek için çabalıyordum. Tek yapabildiğim buydu zaten; karanlıkta şarkılar fısıldamak.
Koca kent, üzerinde yükselen saçma sapan betonarme yapılarla, üzerindeki leşe üşüşür gibi kenti hırpalayan insanlarla masum bir piç gibi, toplumdan dışlanan bir fahişe gibi, tıpkı benim gibi yorgun ve zavallı görünüyor. Kente tersten bakmaktan değil, baktığım kenti düşünmekten başım dönüyor. Göz bebeklerim tekrar gökyüzüne kayıyor. Şimdi tüm şehir ardımda. Önümde birleşmiş gibi uzanan deniz ve gökyüzü o kadar huzur verici ki, bu ikiliyi nefes aldığım gezegene dahil edemiyorum. Varlığımı hayata yakıştıramayanlar gibi huzuru bu kente yakıştıramıyorum…