Evrim kuramı, sürekli bir ilerlemeyi ve mükemmelleşmeyi mi öngörür? Bazı toplumbilimcilere de ilham veren “doğal ayıklanma süreci”, en güçlünün ayakta kaldığı, zayıfın dünya yüzünden silinmeye mahkûm olduğu bir rekabet mi demektir? Bu basmakalıp düşünceler Darwin ve ardıllarına ait değildir.
Zaman içinde büyük değişimler geçiren evrim kuramına göre, ne rastlantı eseri değişimler ne de deterministik bir zorunluluk söz konusudur. Biyolojik ortamdaki değişiklikler, soyların genetik yapısı ve cinsel üreme rastlantıları her anı özgün kılar ve bu özgünlük her olaya özel ve olası karakterini verir: kurallarla olasılıkların yan yana geldiği biricik yaşam birimleri.
Devillers ve Tintant da evrimin, “tam yol ileri” bir gelişme değil, tersine, zaman zaman gerilemelerin de yaşandığı, zamana ve mekâna yayılmış bir deneyim olduğunu söylüyorlar. Buna göre, yaşam tarihi bize hiçbir gelişme yasası göstermez. Gözlemlenen değişiklikler, çevre değişimleri ve genetik mirasın muazzam, ama gene de sınırlı olanakları arasında sürekli bir denge arayışıdır. Dolayısıyla bu uyarlanma bir ilerleme faktörü değil, yaşamı sürdürmenin aracıdır: evrim yaratmaz, sadece “onarır”. Oysa bu, insan türünün yaşam macerası için düpedüz yanlış bir yorumdur. Bu kitap, evrimin insana ilişkin yüzünü de ele alarak, çevre koşullarını alt edip evrim sürecine direnen ve bir noktada tamamen özgürleşen insanın nasıl bir “anti-ekolojik tür” olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.