Soğuk Savaş’ın sonu Karadeniz için yeni bir dönemin başlangıcı manasına gelmektedir. Bu dönemde SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, diğer kıyıdaş devletler üzerindeki Sovyet hâkimiyeti ortadan kalkınca, Karadeniz deniz sahası ile çevresindeki topraklar Batı’nın erişim sahası içerisine girmiştir. Özellikle 1990’lı yılların ortasından itibaren gerek eski Sovyet coğrafyasında yer alan devletlerin Batılı kurumlara entegre edilerek üzerlerindeki Rus baskısının ortadan kaldırılması isteği gerekse doğal kaynak zengini Hazar Havzası ülkelerinin kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması arzusu gibi nedenlerle, ABD’nin başını çektiği Batı ittifakı bölgeyle daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Ayrıca 11 Eylül saldırılarını takiben, ABD’nin Karadeniz Havzası’na komşu olan Afganistan ve Irak gibi ülkelere müdahale etmesinin yanı sıra 2011 yılında patlak veren ve ağırlıklı olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini etkileyen Arap Baharı kapsamındaki karışıklıkların söz konusu ülke ve bölgelerden Avrupa’ya yönelen bir göç akımını da tetiklediği görülmektedir. Bu göç dalgasının güzergâhlarından biri ise Karadeniz Havzası’dır. Diğer taraftan 2000’li yılların ilk yarısında Karadeniz Havzası ile yakın bölgelerinde patlak veren renkli devrim dalgaları da bölgeyi ve dolaylı olarak da uluslararası politikayı etkilemiştir. Bu noktada tüm bu faktörlerin günümüzde, doğrudan Karadeniz Havzası’nın uluslararası politikadaki öneminin artmasına hizmet ettiği söylenebilir.