Paul Auster, "Görünmeyen Adamın Portresi" isimli anlatısında, bir Pazar sabahı erken saatte gelen telefonla babasının ölüm haberini aldığı an onu anlatan bir kitap yazacağını bildiğini söyler. Philip Roth ise Patrimony isimli kitabında babasının hastalığından hareketle neredeyse birlikte geçirdikleri tüm yaşamı anlatır. Bense babamı anlatacağım bir kitabı yazacağımı, hastalandığı ilk günden, hatta belki daha önceden, çocukluğumdan beri biliyordum. Babam, kitabımda kendisi için dilediğim şekilde, uykusunda, huzurlu bir şekilde öldü. Önce kalp atışları yavaşladı, vuruların araları açıldı, sonra şiddetleri azaldı ve kısa bir süre sonra ekranda sadece düz bir çizgi izler oldum. Eli elimdeydi. İki nedenden ötürü kendimi şanslı addediyorum. Bana kendisiyle vedalaşma olanağı sağladığı ve benden hayatta istediği tek şeyi yerine getirebildiğim için...