İlk belediye teşkilatı,1850'li yıllarda İstanbul'da kurulmuş. Belediye teşkilatlanmasında Fransa'dan etkilenilmiş. Üstelik bu etki,bir ilham şeklinde de olmamış;bir kurumu, bir usûlü, bir düzenlemeyi olduğu gibi aktarmak şeklinde olmuş.
Her ne kadar belediye kurumunu Batıdan (Fransa'dan) alsak da- yine de kendi kültürel kodlarımızın etkisini ilk dönem düzenlemelerinde görmek mümkün olabilmiş: Örneğin, belediye teşkilâtı için tercih ettiğimiz kavram, Şehremaneti olmuş. (Bu adlandırmada, şehirler üzerinde bir hâkimiyet kuran değil de şehirleri bir “emanet” olarak gören bir zihin dünyasının izleri görülüyor.)
Zamanla bu adlandırma terk edilmiş: Cumhuriyetin ilk yıllarında “şehir idaresi”nden söz edilirken, ilerleyen dönemlerde şehir idaresi yerini, “şehir yönetimi”ne bırakmış. En nihayetinde, “kent yönetimi”nde karar kılınmış. Benzer bir değişim, büyükşehirlerle ilgili de yaşanmış: Evet, ilgili düzenlemelerde hep “büyükşehir” ifadesi tercih edilmiş; doğru. Ama gündelik konuşmalarda başka adlandırmaları daha fazla kullanır olmuşuz; örneğin, büyükşehir beledjyesi yerine “anakent belediyesi" veya “metropol belediyesi”ni tercih etmişiz.
Şehirlerin idaresine ilişkin bu değişim, şehre bakışımızdaki değişimin bir yansıması olarak görülebilir. Hemen belirtelim ki, şehre artık bir “emanet” olarak baktığımıza dair imalar, hâlihazırdaki düzenlemelerde tamamen kaybolmuş durumdadır.
Şehremaneti: Bu adlandırmaya göre şehirler bize birer emanettir. Şehrin bir emanet olması, şehir idarecisini de “şehremini” olarak görmeyi beraberinde getirmektedir; belediye idarecisi, şehirdeki insanların emin olanıdır.
Bugün şehir idareleri en “netameli” işlerin görüldüğü yerlerdir. Netameli işlerin bu kadar yoğun olduğu yerlerde “emin” insanlara duyduğumuz ihtiyacın bir kat daha artacağı çok açıktır.