Önemli olan, sözcüklerin arasındaki ifade edilemeyen beyaz alandır. (…) Bizim çabamız söylenebilen her şeyi dile getirmek olmalı; dil, giz olmayan her şeyi yontup atan bir keski gibi ve her şeyin söylenmesi bir uzaklaşma anlamına geliyor. Bu nedenle dile getirilen her şeyin bir zaman sonra belli bir boşluğa gömülmesi ürkütmemeli bizi. (…) Dil, keski kullanan heykeltıraş gibidir: boşluğu, söyleneni, gize karşı, canlı olana karşı öne çıkarır. Gizi parçalama tehlikesi her zaman mevcut; diğer bir tehlike de, gizi, henüz bitmemiş şekilsiz bir kütle olarak bırakmak, ortaya çıkarmamak, ele geçirmemek, dile getirilmesi mümkün olandan kurtarmamak, yani son yüzeyine nüfuz etmemek. Yoksa bu söylenebilir olanın yüzeyi, aslında gizin yüzeyiyle aynı şey olması gereken bu konusuz yüzey, dağ ile gökyüzü arasındaki çizginin ortadan kalktığı, sadece tin için varolan, doğada olmayan bu yüzey, biçim dediğimiz şey mi acaba? Bir tür sesli sınır –. İsviçre edebiyatının önde gelen, dünyaca tanınmış yazarlarından Max Frisch, Günlükler’inin 1946-1949 yıllarını kapsayan bu ilk cildinde İkinci Dünya Savaşı’nın büyük yıkımının ardından, yolculuklarını, şehirleri, entelektüel dünyanın meselelerini ve son derece kişisel olayları okurun ilgisini toplayacak bir açıdan, “İsviçreliliğe özgü bir mesafe”den ve mimar bakışıyla değerlendirerek kaleme alıyor. Max Frisch, edebi tür olarak günceyi edebiyat içinde büyütüyor, dilin olanaklarıyla ve çeşitlemeleriyle güncenin alanını genişletiyor.