İstanbul'un simgelerinden biri olan ve aşkı, romantizmi, yalnızlığı anımsatan Kızkulesi'nin ölümler, infazlar ve karanlıklarla dolu geçmişine daha önce göz atmış mıydınız? İyiye ve estetiğe hitap eden, yıllarca en saf hislerle benimsenmiş objelerin, karanlıklarla dolu görünmez bir geçmişe sahip olabileceği ihtimali pek düşünülmez. Aslında bazı bildiklerimiz sadece buzdağının görünen kısmıdır. Ailelerinin geçmişinden habersiz yaşayan şimdiki nesil, İstanbul'a tekrar musallat olan illet ile birlikte kendilerini yüzyılı aşkın bir tarihin, cinayetlerin, ilkel inanışların, mitolojik tanrıların, şeytani planların içinde bulur.İstanbul, 1893'ten sonra yine boğaz sularından yayılan benzer bir istilayla yüzleşmek üzeredir.
"Kolera metrelerce yükseklikteki azgın bir dalga, İstanbul ise bu dalgaya tutulmuş küçük bir sandaldı. Sandala vuran o azgın dalgalar ara sıra gelip gidiyor; her defasında sayısız canı bedeninden ayırıp götürüyordu. Kızkulesi ise ilk defa 1831'de bu illetin ortasında yer almış; bir anda, hastalığa yakalananların şehre uzaktan baktıkları soğuk, ulaşılmaz ve mikroplu bir karantina adasına dönüşüvermişti. Kulenin gizli tarihi; herkes tarafından bilinen zarafetin, yalnızlığın, hüznün, romantizmin üstüne, çok az kişinin bildiği suçluluk mazisi eklemişti."