“Yağmuru seviyorum deyip şemsiye açanları hiç anlamadım, seni seviyorum deyip gitmeliyim diyenleri de. Ya da elmayı sevip kabuğunu soyanları, denizi sevip neme kızanları da anlamadım. Ben hiç anlamadım yapraklarını kurutmak için çiçeklere kıyanları, sevmenin bu denli bencil yaşananını...”
Hayallerinin peşinden Paris’e gelen Papatya ve Pars’ın hayatı aynı ritimde kesişir. Papatya geçmişin anılarına rağmen bugünü yaşamaya çalışırken, Pars sözlükteki anlamını bildiği sevmek eylemiyle tanışır. Büyülü şehir Paris’in artık yeni bir hikâyesi daha vardır…