Ahmet Erol’un yazarlık hayatındaki kırkıncı yılı taçlandıran Süheyla’nın, sahne yerine kitap sayfaları üzerinde sergilenen bir oyun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bakış açısına göre, olağanüstü veya sıradan sayılabilecek hayatlarıyla meşgul olan karakterlerin kendi öykülerini anlatmaya ilk kez fırsat bulmuşcasına, coşkuyla konuşması da bundandır belki... Sırları, acıları, aklın alabileceğinden de büyük kıyımları ve yaşananların kefareti sayılabilecek kavuşmaları konu eden Süheyla, insanoğlunun kendine layık gördüğü acımasız evrenin bir tasviri.
“Hep benim romanımı yazmak istediğini söylerdin.
Bunları bilmeden her roman eksik olurdu... Yaşananlar yaşandı, öyle ya da böyle. Belki de artık susmak zamanı. Yeni şeyler söylemeye zaman, güç ve ömür kalmamışsa, ateşe verilmiş bir gemi limandan ayrılıyorsa, susmaktan daha erdemli ne olabilir ki? Susuyorum. Yüreğimdeki sevginle sonsuza dek dudaklarımı mühürlüyorum ve tüm dünyaya yaşadığım en müthiş şeyin sen olduğunu haykırıyorum.”