Önümde bir kapı göremiyordum. Kapı olsa bile, binlerce kapı olsa bile, hepsi sımsıkı kapalı olsa bile, korku ve endişenin kokusu sızamazdı yanıma, gam ve kederin nefesi sokulamazdı ân'ıma.
Öyle yumuşak, öyle sıcak, öyle kucaklayıcı, öyle onaylayıcı ki o ses...
Aşina bir çağıltı gibi serince aktı kalbime. Yakın, çok yakın bir dokunuş gibi çocuk yanaklarıma.
Halıya dokunur dokunmaz kadifeleşen kedi patisi sesi. Ak köpüklü dalgaların ayağımın altında dolanışı gibi. Yakınlıkların hepsini çağıran hırka kokusu gibi.
Çakıl taşları su altında oynaşıyordu.
Sesin avuçlarına döktüm saklı gözyaşlarımı. Yumuşacık kucağına koydum korkudan çizgilenmiş alnımı. Sevdanın göğüne saldım kalbimin kırık kanatlarını.
Sormadı suçlarımı. Hatırlatmadı kaçamaklarımı.
Fısıldadı serince:
"Sen cennet olsan, kapatır mısın kapını?"
Senai Demirci, Cennette Bir Gün'de cennetin toprağına dokunuyor. Kur'ân'ın cennet tasvirlerine tutunarak, cennetin atan kalbini hayatın nabzına taşıyor.
Doğuştan "cennetli" olan insanın "cennetlik" olmaya doğru yürüyüşünü içsel bir yolculuk olarak kurguluyor.