“İnsanlar huzur nedir bilmez. Sıcacık güneşin, denizin kokusunu taşıyan rüzgârın, yemyeşil bir vadide durup derin ve uzun bir nefes alabilmenin tadını çıkaramazlar. Hep bir işleri vardır. Planları vardır. Aceleleri vardır. Çayırların, derelerin, denizin, ormanın sesini dinlemezler.
Ve yeterince dinlemezsen, sonunda gerçekten duymamaya başlarsın. İnsanlara olan da buydu. Kulaklarındaki kuğular bu yüzden köreldi. Bu yüzden artık duyamıyorlar.”
Küçük bir maden kasabasında yaşayan Keriman’ın bu sıcacık öyküsü bize, dünyanın sadece insanlara ait olmadığını; bir tavşanın, bir karıncanın, bir keşiş yengecinin, bir çıyanın, bir gelinciğin, bir söğüt ağacının da insanlar kadar yaşamaya hakkı olduğunu hatırlatıyor.