“Onları duyabilirsin. Bebeklerini alıp götürdüklerinde çığlıklar atarlar. Doğum koğuşundan tek bir ses bile duyulmaz. Halbuki en gürültülü yer orası olmalı. Ama feryatları daha sonra duyuyorsun —onları kucağına alma hatasına düşenlerin feryatlarını. Vücutlarından bir şey kopardıklarını sanırsın.”
Nazi Almanya’sında arî ırktan çocuklar yaratmak için hayata geçirilen bir projedir Lebensborn. Annelerin rahmine kadar uzanan çılgınlığın vardığı son noktadır. Adı ‘Yaşam Pınarı’dır belki ama aynı çılgınlığın milyonlarca insana mezar ettiği ‘ölüm kampları’ndan çok da farklı değildir, zira iki kişi olarak girilen bu yerden yarım bir insan olarak çıkılır. Ama hiç hesapta olmayan gelişmelerin ardından kendini bu kampta bulan Polonyalı, yarı Yahudi Cyrla’nın gidecek başka yeri yoktur. Saklanacağı en emin yer düşmanının beşiğidir…
“Nazilerin Lebensborn kampına kısılıp kalan genç bir Yahudi kadın… Daha önce kimselerin anlatmadığı, olağanüstü bir hikâye.”
—Jacquelyn Mitchard