İnsan soyu kurmuş olduğu sistemle düzenli olarak doğayı yok ediyor, öldürüyor veya emrine alıyor ve gezegenin kendisinin yenilenmesine ya da onunla karşılıklı/eşit bir ilişkiye girmesine izin vermiyor. İnsan, tamamen teknolojik bir sistem için, her şeyin makineleşmesi ideali için doğayla krizi göze alabiliyor. Peki, bizler hizmetçi mekanizmalar veya teknolojinin sayborg uşaklarının daha fazlası olmak istiyor muyuz? Şayet istemiyorsak, o zaman onun üzerimizdeki tahakkümünün farkına varmamız ve özgür yaşam biçimlerinin değil, makinelerin ihtiyaçları çerçevesinde kurulmuş sistemi parçalara ayırmak için çalışmalıyız. Ancak, kuşku yok ki bu görevi mevcut egemen ruhsal/düşünsel şekilleniş koşullarında gerçekleştiremeyiz. Kendini kozmosun efendisi kabul eden günümüz insanı, nasıl bir tarih öncesi ve tarihsel miras üzerinde oturduğunun farkında bile değildir. Bir an önce insanın o kendini beğenmiş, yeryüzünüzün efendisi rolünden, dünyanın mütevazı bir üyesi rolüne ya da gerçek rolüne dönmesi gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmek; kitlesel sömürünün, toplumsal ayrıcalıkların koruyucusu; ayrıcalıklı sınıfların ve yeni tekellerin yaratıcısı olan devletin sadık yurttaşlarının (modern kölelerinin) işi değildir. Zira yalnızca özgürlük büyük şeyler yapma konusunda insanlara ilham verir, toplumsal ve entelektüel dönüşümleri meydana getirir. En iyi ifadesini özgürlükçü düşüncenin yaşam felsefesinde bulan değerler, insanın ekonomik sömürüden, entelektüel ve politik baskıdan kurtuluşuna katkıda bulunur. Bu anlamda oluşan bir toplumsal kültür, daha farklı bir ahlak ve adalet duygusunun gelişimine yardımcı olur. İnsanlık böylesi bir toplumsallığa ne kadar yakınsa; insanın insanla ve insanın doğayla, giderek insanın kozmosla barışı da o kadar yakındır.