1920 ve 1935 arasında Ukrayna'dan gelen bir mülteci kadının anıları...
Umut aradığımız ülke, tahtını kaybetmek üzere olan ve son günlerini yaşayan Osmanlı İmparatorluğuydu. Surlarında çağların imparatorlarının ayak izleri batan güneşe ağlar, denizinde çağların köpükleri oynar. Etrafıma baktıkça “İstanbul ağlıyor!” diye haykırmak geliyordu içimden. Sanki şehir, biz yurtsuzlardan daha çok ağlıyordu.
Hüzün kokan Boğaz kendisinin istemediği uzak tarihlerin ihtirasından yorgun düşmüş. Bu dalgaların sesi ise bana yanlış yorumlanmış bir şarkı gibi geldi. Bizler çulsuz ve yalnızız. Fısıldadım denize: “Herkesin çarmıha gerildiği bir ülkeden geliyorum. Haberin var mı deniz; her yerde devrim var devrilmeyenlere karşı. Benim düşüncelerimin teri kurursa, ussuz bir devrim yapacağım. Ha geldi ha gelecek bahar. Yeşil yeşil ve şıkır şıkır baharın içinde söylenecek özgürlük şarkıları…
İşte hepsi düş ve hepsi de hayata karşı kendimi haklı çıkarmaya çalışan çıplak düşlerim.. Meğer düşler de yoruluyormuş. Onu şimdiden çok özlemiştim ve yokluğuna nasıl katlanılır bilmiyordum. Tanrım, bana ödünç verdiğin bir nefeslik yaşam üşüyor. Unutulmuş uykuların gecelerinde üşüyen yüreğini ısıttığım kelimelerim donuyor. Nefesini öpüyorum evcilleşmeyen acılarımla...